(1859-1938)
Husserl’de her zaman felsefeye yeni bir yön çizme eğilimi olduğu belirtilebilir, çünkü onun düşüncesine göre felsefe her tür bağıntıdan ayrı olarak kendini temellendirmelidir. 20.y.y’ın en önemli filozaflarındandır. Düşünsel serüvenine klasik düşünürlerden Locke, Berkeley ve Hume ‘un başını çektiği İngiliz Deneyciliği’ni incelemekle başlamış olmakla birlikte, Husserl daha sonra Descartes, Leibniz ve Kant’ın felsefelerine yönelerek döneminin egemen felsefe anlayışı “Yeni Kantçılık” ile sıcak bir düşünsel ilişki içine girmiştir. Husserl hemen bütün düşünsel yaşamı boyunca felsefeye yeni bir yön çizme, yeni bir başlangıç noktası belirleme arayışı içinde olmuştur. Görüngübilim adını verdiği bu arayışın çıkış noktasını, düşüncelerine büyük değer verdiği hocası Franz Brentano’nun felsefesinde gözlemlediği birtakım boşluklar oluşturmaktadır.
Husserl’in geliştirdiği fenomenolojinin (görüngübilim) konu edindiği varlık alanını bulmanın yöntemi iki öğeden oluşur.İndirgeme ve düşünme; indirgeme ele alınacak nesneyi yeniden bulmaya ve araştırmanın yolunu belirlemeye yarar.
Kesin bir felsefe, tüm önkabullerden bağımsız olmalı, hiçbir şeyi kendinden açık bir doğru olarak görmemelidir. Buna ek olarak, Husserl (Descartes, Hume ve Kant’la birlikte) modern epistemolojinin karakteristik başlangıç noktasını, yani, bilinç içeriklerinin bizim biricik bilgimizi temsil ettiği kabulünü de benimser.Bilimsel aklın, pozitivist düşünüşün, ahlaki ve kültürel değer alanını da kapsayan yayılmacılığına, pozitivizm ve doğalcılığın doğa bilimlerinden hareketle oluşturduğu bir değer ve yaşama felsefesine karşı çıkmış olan Husserl, ‘tin’in doğal dünyanın nesneleriyle aynı tür ya da düzeyden bir varlık olmadığını ve dolayısıyla, doğa bilimlerinde geçerli olan aynı açıklama kategorilerine tabi tutulamayacağını savunmuştur.