(1770-1831)
Stuttgart’ta doğdu. Schelling’in Tübingen Üniversitesi’nde önemli arkadaşlarından biriydi. Schelling düşünsel açıdan daha erken gelişmişti. Hegel’in felsefesi Schelling’in felsefesinden yarım kuşak sonra geldi ve ondan çok etkilendi. Hegel önce öğretmenlik, sonra gazete editörlüğü, ardından okul müdürlüğü ve en sonunda Heidelberg ve Berlin’de felsefe profesörlüğü yaptı.
Hegel, Schelling gibi gerçekliği, durağan olmayan, aksine devamlı bir gelişme sürecinde olan organik bir birlik olarak kabul etti. Yine onun gibi gelişmenin son amacının, kendini tanımak ve anlamak olduğunu gördü. Ancak ondan farklı olarak bu süreci doğa ile özdeşleştirmedi, maddi olmaktan çok ahlaki olan bir şeyin oluşu olarak belirledi. Akıl ya da tin cansız doğadan doğuyordu; varoluş esas olarak onlardan, tinden ya da akıldan oluşuyordu. Oluş olarak görülen bütün bu tarihsel değişim sürecine Almanca Geist (okunuşu: gayst) adını verdi. Geist, ‘tin’ ya da ‘ruh’ sözcüğüne göre daha zihinsel, ‘akıl’ sözcüğüne göre daha tinseldir. Geist, varoluşun esasıdır; varlığın özüdür ve gerçekliği oluşturan bütün tarihsel süreç, Geist’ın kendi bilincine, kendi öz bilgisine erişmesine doğru seyreden bir gelişmedir. Bu duruma ulaşıldığında, var olan her şey kendiyle uyumlu bir birlik (mutlak) oluşturacaktır. Hegel var olan şeylerin gerçek özünü maddi olmayan bir şey olarak gördüğünden, felsefesine ‘Mutlak İdealizm’ denir.
Hegel’in temeldeki içgörüsü Herakleitos’unkine benziyordu. Her şey gelişmektedir, var olan her şey bir sürecin ürünüdür. Değişim asla keyfi olmayan, her zaman düşünülür bir şeydir. Her karmaşık durum içinde, birbiriyle çatışan öğeler barındırır. Çatışmalar, bir çözüme ulaşıncaya kadar, olgunlaşmak durumundadır ve bu daha sonra yeni bir durum oluşturur. Buna diyalektik süreç veya sadece diyalektik (değişim yasası) adını verdi, üç ana evreden oluştuğunu söyledi:
Sentez, yeni bir durum olduğundan, içinde yeni çatışmalar barındırır, bu nedenle yeni bir tez, antitez, sentez üçlüsünün başlangıcını oluşturur. Bu değişim süreci kesintisiz devam eder. Gelişmenin belli bir sürecinde çatışmadan kurtulmuş bir durumun ortaya çıkması, bu değişim örüntüsüne son verebilecek tek şeydir. Daha fazla çatışma yoksa, daha fazla değişme olmayacak, ideal duruma varılmış olacaktır. Eğer toplumun tarihsel gelişimini ele alıyorsak, bu durumda her birey bütünün uyumlu bir parçası olarak işlev görecek , kendisinden çok daha büyük olan bir bütünün çıkarlarına özgürce hizmet edecektir.