(1788-1860)
1788 yılında, Danzig’de doğdu. Bu kent şu an Polonya’ya bağlıdır. Ticaret ile uğraşan zengin bir ailesi vardı. Aile işine girmeyi reddetti ve şahsi gelirini kurumsal olmayan eğitiminde ve yazı işlerini sürdürmek için kullandı.
Schoppenhauer, Kant’ın düşüncelerini kendi başlangıç noktası olarak ele aldı. Fakat numen(aşkın)ler dünyasının çoğul olarak şeylerden meydana gelmesinin olanaksız olduğuna inanıyordu. Farklılaşma ancak zamanın ve mekanın var olduğu bir alanda mümkündür, bu alanın dışında yani numenler dünyasında farklılaşma olmaz. Kant, numen alanında yer alan iradenin eylemlerinin, bizim “özgür” bedensel hareketlerimizin nedeni olduğunu belirtmişti; oysa Schoppenhauer’a göre iradi eylem ve onunla bağlantılı olan bedensel hareketler iki farklı biçimde kavranan bir ve aynı olaydır; bir durumda içeriden yaşantılanmakta, diğerinde dışarıdan gözlemlenmektedir. Fenomenal olan, numenal olandan farklı bir gerçeklik değil, farklı bir yoldan ve biçimde bilinen aynı gerçekliktir. Bütün numen alanına niteliğini veren de iradedir. Bütün kozmos enginliğini kavrayamadığımız bir ölçekte harekete geçirilen bir fenomenal enerjiyi, “iradeyi” cisimleştirir. Fenomen dünyasında ayrı bireyler olarak görünürüz ancak numen dünyasında bizler bir ve farklılaşmamış olarak bulunuruz. Bu, insanların kendilerini birbirleriyle özdeşleştirme, birbirlerini hissetme, acılarını ve sevinçlerini paylaşma yeteneği olan duygudaşlığı açıklar. Kişi karşısındakini incitmekle, kendi nihai varlığına zarar vermektedir. Etiğin temeli Schoppenhauer’e göre (Kant, akılcılık demişti) bu duygudaşlıktır. Schoppenhauer ancak bu düşünceleri gerçekleştirdikten sonradır ki doğu felsefesini keşfetmiştir. Onun dönemine kadar Hinduizmin ve Budizm’in klasik metinleri batıda bilinmiyordu. Batı felsefesi, bu noktaya onları bilmeden gelmişti. Schoppenhauer, 20’li yaşlarının ortalarındayken Hinduizm ve Budizm’le tanıştı ve yazılarında doğu metinlerine göndermeler yaptı. Bu güne kadar doğu felsefesi hakkında gerçekten derin bilgiye sahip tek büyük batılı filozof olarak kaldı.
Ona göre kişisel yaşam, kaçınılmaz olarak ölümle son bulacak bir trajedidir. Bu dünyanın karanlık zindanındaki mahpusluğumuzdan ancak sanat ile anlık olarak kurtulabiliriz.