Mevcut durum itibari ile insan kabaca bir tarifle; kişilik ve öz olarak isimlendirebileceğimiz iki bileşenden oluşmaktadır. Bu tanımlamada kişilik, insanın yok edilemez olan, ancak, kontrol altında tutulması gereken parçasıdır. Öz ise; insanın ancak kişiliğini kontrol etmesi ile fark edebileceği, gizil yani bambu ağacı gibi derinlerde olan kısmıdır. Bir benzetmeyle anlatmaya çalışırsak; insan, sarayın içini görmek istiyorsa önce bahçedeki köpekleri kendine alıştırmalı ve sonra onları aşarak sarayın kapısını çalmalıdır. Kapıyı çalma benzetmesi İslami düşünce dünyasında talip olmak olarak ifade edilir. Bu bir fark edişi ifade eder ki; Toltek bilgeliğinde insanın başlangıç noktası bu fark ediş anıdır. Bu an insan için kıvılcım anıdır. Büyük yangınların habercisi ve çabasına bağlı olarak şekillenecek bir yürüyüşün kutlu ilk adımıdır. Bu noktada insan için kimsenin yâda hiçbir olayın lütuf gösterme durumu, tolerans ve eşliği söz konusu değildir. Tam da hayatın merkezinde kendi sorumluluğunun kendisine karşı farkına varması olarak ifade edilebilecek bu nokta; insanın tüm kaçışlarının, yansıtmalı bakış açılarının, kusurlu ve savunmacı ifadelerinin ötesindedir. Okyanusun dibindeki incilere ulaşmak, köpek balıklarının aşılmasıyla mümkündür. Öyleyse insan hayatının merkezini bulup, kendi kapasite dairesini çizmek zorundadır. Bu kapasite dairesi tanımlaması İslami düşüncede Nasip olarak, doğu bilgeliğinde ise Karma olarak ifade edilir. Hangi kelimeyle ifade edildiğinden öte; insanın kalıcı olana, yitip gitmeyecek olana, yok olmayacak ölümsüz olan kısmına yani özüne ulaşması dünyada kişiliğin önce kontrolüne, sonra aşılmasının öğrenilmesine bağlıdır. İnsan hayatındaki tüm öğrenmeler irade, zeka; yani seçme kapasitesi, sadakat, emek, özveri, sabır ve eylem diye örnekleyebileceğimiz bir takım erdemlere teması ile mümkündür. Bu erdemler insan doğasıyla beraber, gelirler ve sahibi tarafından keşiflerini beklerler. Bu kapasiteler insanın kişiliğinden özüne ulaşmaya çalışırken kullanabileceği el aletleridir. Öncelikle bunları fark etmeyi sonra da kullanmayı öğrenmelidir. Bu fark ediş ve özellikle de kullanma süreci bir anlık değil; kısa vadeden öte bir ömür sürmesi ve tekrarı gereken bir uygulamadır.
Siyah beyaz düşünce tekniğine göre kişilik kötü ve öz iyi ise kötüyü neden yok etmiyoruz sorusu akla gelebilir. Bu yolculukta kişilik bir başlangıç öz bir bitiş ise esas olan kişinin ne kadar yol yürüdüğüdür.
Ne berisi ne de ötesi insanın sınırları içerisinde ve sorumluluk alanı değildir. İnsanın içsel anlamda ilerleyişi, inkişafı ve tekâmülü kişilikten gelen hareket ve dinamizme bağlıdır. Kişilik insanın maddi yönüdür ve bugün biz biliyoruz ki bütün oluşlar; zaman, mekân ve harekete tabidir. Zerreden küreye madde âleminde gerçekleşen bütün olaylar bu yasaya bağlıdır. Bu yasanın hareket kısmını insanın kişilik bileşeni oluşturmaktadır. Yani kişilik; ay altı âlem denilen bu mekânda, insan için olmazsa olmazdır. Örnek olarak kişiliğin bir parçası olan insan zihnini ele alacak olursak; bir oluşu başlatan şey, fizikteki maddeye ilk hızını vermek olarak tarif edilebilecek olan; zihin içinde dalgalanan düşüncelerdir. İnsanın eyleme döktüğü, yani; oldurduğu her şeyin başlangıcı düşünceleridir. Bu düşünceler zihne birçok yerden gelebilir. Hayatın akışı içerisinden kazandığı ve öğrenmelerini kapsayan eğitilmiş kültür dediğimiz noktadan bu düşünceler gelebilir veya yaratıcı doğa diyebileceğimiz ki; fıtrat olarak da tabir edilebilir, bu düşünceler oradan da gelip insan zihninde dalgalanmalar yaratabilir. Yine bir başka kuramsal tanım olan reenkarnasyon ile de gelmiş olabilir. Hangi durumda olursa olsun insan zihninde düşünceler sürekli bir dalgalanma yaratmaktadır. Ve insan bunu durduramaz. İster Mayanın oyunu, ister Racim şeytanının vesvesesi, ister dünyadaki öğrenmeler olarak ifade edilsin, sonuç olarak insan zihni sürekli düşünceler üretir. Bu oluşta hareket için gereklidir. Ama insanın sorumluluğu hangi düşünceyi fikir boyutuna çektiği ve ardından karar ve eylemi ile ilgili bir konudur. İnsan düşüncelerinden sorumlu değildir.
Fikir, karar ve eylemlerinden sorumludur. Öyle ise her insanın iyiye yada kötüye doğru gidişi, kevn yada fesad seçişi, oluş yada bozmayı tercih edişi, kişiliğine teslim oluşu yada öze gitmeyi tercih edişi, bunların hepsi zihninde dalgalanan düşüncelerden hangisini fikir boyut çektiği ve eyleme döktüğü ile ilgilidir. Bu ifade kadim doğuda zeka olarak; yani seçme kapasitesi ile ifade edilir. İnsan için kişiliğin kontrolü seçme ve irade geliştirmeye bağlıdır.
Öyle ise Kişilik insanı ne kadar yere doğru çekerse, öz de insanı o kadar göğe doğru çekmektedir. Kişilik maddeyi temsil ederken öz de kalıcı olanı yani maneviyatı temsil eder. Bu insanlık tarihi ki belki milyon yıllardır bu gerilim devam etmektedir. Çağdaş bilimin en son geldiği nokta itibari ile Homo sapiens diye isimlendirilen ve modern insan diyebileceğimiz bu varlık aşağı yukarı 200.000 yıldır bu dünyada kişilikten kendine doğru yürümektedir. İnsan dünyada böyle iki bileşenli bir geçiş dönemindedir. Her an maddeyi yok saymadan ondan sıyrılıp, içrek; yani kalıcı olana, yani batın olana özüne doğru yürümektedir.
Yazar : Mustafa Karagöz
Aktiffelsefe Üyesi