En Yakın Etkinlikler

BÜYÜK İNSANIN ÖYKÜSÜ – MAHABHARATA

Mahabharata destanı, yüz bin fazla kıtayı içeren, dünyanın en büyük kitaplarından birisidir. Hint destanı olarak bilinen Mahabharata, tarihi geçmişi itibari ile birçok medeniyetlerin beşiği olmuş Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Tarih olarak M.Ö 4.yy ve M.Ö 5.yy’larda derlendiği tahmin edilmektedir. Mahabharata içerisindeki kıtaların ne zaman söylediğini ve özünün hangi dörtlükleri ihtiva ettiği veya sonradan ilavelerin neler olduğunu kestirmek mümkün değildir. Tüm bu belirsizliklere rağmen okurken size, sizi anlattığını hissedebilirsiniz. Yüksek ve bir o kadarda engin dağların arasından çıkmış bir pınarın, aşağılara indikçe zaman içerisinde karışmış sularına rağmen, ne kadar berrak ve temiz kaldığının farkındalığına varabilirsiniz. Kaynağından, o özden içtiğinizi ve kendi özünüze doğru bir çekilme yaşadığınızı fark edebilirsiniz.

Hint geleneğinde Mahabharata’nın tanımının şu atasözü ile yapıldığı söylenir.

‘’Mahabharata’da bulunan her şey başka yerde vardır. Orada olmayan şey hiçbir yerde olmaz.’’

Dışrak ve fiziksel bir göz ile baktığımızda Mahabharata bize iki akraba aile olan Pandular ile Kuruların savaşını anlatır. Öyle bir savaştır ki bu savaş o denemde hâkim olan bütün güçlerin, beylerin bir taraf seçmesi gerekmektedir. Kimi Pandulardan taraf olur kimisi Kurulardan taraf olur. Tarihsel kaynaklara bakıldığında bu savaşın, ya M.Ö 3200’lerde Hindistan Kuru Meydan’ında yapılan Kurukşetra Savaşı olabileceği yada M.Ö 2000’lerde Avrupa’dan gelen Aryanlar ile Hint yerlisi halkı olan Dravidler arasında yaşanan savaş olabileceği tahmin edilmektedir.

Tüm bu belirsizliklere rağmen aslında destanın ismi bize destanın özüne dair ip uçları vermektedir. Zira Sanskrit dilinde ‘’Maha’’ büyük ve toplam anlamlarında, ‘’Bharata’’ kelimesi ise dar anlamıyla bir kabile adı geniş anlamıyla ise insan anlamlarında kullanılmaktadır. Toparlayacak olursak ‘’Mahabharata’’ büyük insanın savaşıdır. Her an, her yerde, hem içinde hem dışında yaşadığı, insanın büyük savaşı. Destan içerisinde tüm ayrılmalara ve kopuşlara rağmen her an bu izi takip edebilirsiniz.

Büyük pencereden bakıldığında Mahabharata insanı her an ve her şeyin merkezinde olan Dharma ile tanıştırır. Dharma evrende, dünyada ve tüm canlı alemlerinde düzeni sağlayan yasadır. Aynı zamanda daha özelde insanın iç yasasıdır. Dharmanın kendine bağladığı ve bir arada tuttuğu bütün her şeyden talebi, o  şeyin kendi doğasına uygun eylem gerçekleştirmesidir. Zira doğasına uygun eylem gerçekleştirmeyen her şey bozuluşa hizmet etmiş ve Dharma’ya aykırı hareket etmiş olur.Dharma aykırı harekete yok ediş ile cevap verir. Saygılı ve doğasına uygun olanı arayan ne varsa; işte o, evrensel düzenin güvencesi altındadır.

İnsan açısından bakıldığında yolda olduğunu bilerek, yola uygun kendi doğasına göre eylemlerini düzenlemeye çalışanlar için, sonuçlarında hemen ortaya çıkmasa bile, sonuçların daha sutil görüngülerinde muhakkak zaferler ortaya çıkar. Oysa bu durumdan habersiz ve doğal olmayan eylem tarzlarının sonuçları, hemen olmasa bile sonrasında insanı acı ile yüz yüze getiriir. Her iki durumda Dharma’nın doğal yasasıdır.

İnsan için acılar yıpratıcıdır. Filozof Jeorge Angel Livraga’nın dediği gibi mineralden Monad’a giden bir varlık olan insan için, acı zaman kaybı ve yerinde sayış demektir. İnsanın ihtiyacı zaman kaybı ve yerinde sayıştan ziyade daha çok uzun sıçrayışlardır. Bu sıçrayışlarda ancak doğru eylemler yoluyla elde edilen zaferler sayesinde gerçekleşebilir. Hepimiz için esas olan denemektir. Her an daha iyisini arayarak denemek.

Büyük insanı öyküsü kırlarda kuş kovalarken yorulan ve susayan bir çocuğun, susuzluğunu gidermek için bir göl kıyısına eğildiği sırada, ormanın derinliklerinden gelmiş olan yaşlı bir adamın suya akseden görüntüsünü fark edişiyle başlar. İkili arasında şu konuşmalar geçer:

Yaşlı adam: ’Yazı yazmayı biliyor musun?’

Çocuk: ’Hayır. Neden soruyorsunuz?’

Yaşlı adam: ‘Büyük bir şiirim var. Hiç bir şey yazmadım. Bildiklerimi yazacak biri gerek bana.’

Çocuk: ’Neyi anlatıyor şiirin?’

Yaşlı adam: ‘Seni.’   Diye cevap verir.

Ve hemen arkasından yaşlı bilgenin uyarısı gelir.

‘Dikkatle dinlersen, sonunda bir başkası olacaksın, çünkü bu kusurlarını yok eden, zekâyı güçlendiren, uzun bir ömür veren katkısız ve eksiksiz bir öyküdür.’

İnsan için dikkat her şeydir. Her şeyin ilk tutuş anı ve ilk fark ediliş durumudur. Dikkatimiz dışında olan tüm şeyler bizim için yok hükmündedir. Dikkat dönüşümün ilk basamağıdır. Dönüşüm insan yaşamı içerisinde sürekli dikkatten beslenir. Dikkatin dağınıklığı insanın kontrolünün dış uyarıcılarda; yani duyularda olduğunun ifadesidir. Kontrolü kendi iç benliğinden değil de, dış uyarıcıların elinde olan insanın gözleri değişimler dünyasının renklerine takılı kalır. Oysa insanın doğasına uygun olan, hepimiz için, her an daha iyiye dönüşmek ve bunu da eylemleri aracılıyla düzenlemektir. Eylemlerin sonuçlarına her an daha az bağlanmayı denemek ve eylemlerimizi insanlara armağan etmeye çalışmaktır.

İster Rumi’nin ifadesinde yer bulan ‘’Neyi arıyorsak aslında o olduğumuz ’’ gerçeğini, ister İbni Arabi’nin ‘’Her testi kendi içindekini sızdırır. ’’ gerçeğini taban olarak alalım. Bu gerçeklerin tamamı insanın yaşamı içerisinde sürekli dönüşmekte olduğunun farklı farklı ifade ediliş biçimleridir.

Kaynak:

Carriere,Jean Claude: Çev. Nazım Aslan, Mahabharata, Can Yayınları,

 

Yazar : Mustafa Karagöz
Aktiffelsefe Üyesi

Bakmak İsteyebilirsiniz...

Kıvılcım

Mevcut durum itibari ile insan kabaca bir tarifle; kişilik ve öz olarak isimlendirebileceğimiz iki bileşenden ...

Bir yanıt yazın