Evrende var olan her canlının gayesi, kendi varoluş biçiminin doğasına uygun olarak bir yaşam sürmektir. Bu gaye felsefede erek kavramı ile tanımlanır ve yaşamın amacını ifade eder. Tarihin kısa bir kesitinden insan için baktığımızda, özellikle Sokrates dönemi ile başlayan ve ne arıyorsan doğada değil de kendinde arama yönelişi, insan için doğasına uygun yaşamı tek erek ve mutluluk kaynağı olarak gören Stoa filozofları ve daha nice bilgelik yolunda olan kişiler aynı gerçeğe ulaşmışlardır. Doğasına uygun bir yaşam düzeni içerisinde varlığını devam ettiren tüm canlılar mutludurlar. Böyle bir düzeni kurmak için her canlı, kendi iradesini kendi yaşamına, oluşu besleyecek şekilde aksettirmek durumundadır.
Yaşamın içerisinde oluş ve bozuluş melodisi, bir armonik bestenin kayıtlı olduğu plağın iki yüzü gibi sürekli dönmektedir. 2600 yıl öncesinde Çin’li Bilge Lao Tzu’nun öğretisinde Ying-Yang olarak ifade bulmuş olan Dualite Yasası, 1000 yıl öncesinde Basra’da ortaya çıkan İhvan-ı Safa filozofları tarafından da keşfedilmiş ve Kevn ve Fesad Yasası olarak bizlere kadar ulaşmıştır.
Aristo’nun tabiri ile ay altı bu âlem içerisinde en basitinden en karmaşık yapılısı olan insana kadar her şey, kendi tamlığını aramakta ve bu erek ile gelişmeye çalışarak eylemlerini sürdürmektedir. Bir toprak parçasının doğası kendine tutunan ne varsa onu yeşertmektir. Bir çiçek için mutluluk kendi biçimsel dünyası itibarı ile en güzel şekliyle açmaktır. Bitkilerin doğası en basitinden en karmaşığına kadar kendi meyvesini dalında sunmaktır. Bir arının mutluluk kaynağı kendi peteğinde, kendi varlık yasası içerisinde eylemlerini gerçekleştirmesidir.
Bizler kendi penceremizden baktığımızda, diğer varlık grupları olan mineral, bitki ve hayvanların kusursuz bir biçimde kendi oluşları için eylemlerde bulunduklarını gözlemleyebiliyoruz. Bu insan için ilham verici bir gözlemdir. Ancak kendi varoluş biçimleri içerisinde onlarda dualite yasasına bağlıdırlar. Kendi iradelerinin yaşamlarına aks etmesi, yani tezahürü noktasında, mineralden insana doğru bir dizilim vardır. İnsan, iradesini kendi yaşamına yansıtabilme gücü en yüksek olan varlıktır. Zira doğal olarak bu böyle olmak durumundadır. Çünkü insan yaşamı diğer varlık gruplarının yaşamlarına bakıldığında daha karmaşık bir yapıdadır.
İnsanın algıları düşünce ve duygu dünyasını dolayısıyla da eylemlerine biçim verir. Algının ilk tutunma anı, dikkati veriş noktasıdır. Dikkatimiz içerisine almadığımız hiçbir şeyi hayatımızın merkezinde bulmayız. Bu çıkarıma göre algıyı şekillendiren şey, dikkat verilen şeyin ta kendisidir. Dikkatlerimizi dış dünyanın her an değişen ve hızla akıp giden nehrinden, iç dünyamızın sessiz ve derinden akan sularına çevirdiğimizde algılarımızın ve dolayısıyla da yaşamımızın buna göre şekillendiğinin farkına varırız. Bu farkına varış bizi, Permanides’in varlık kavramı ışığında, özümüzde değişmeyenin keşif kıvılcımıyla Heraklaitos’un değişkenler dünyasını yok saymadan, onda armoni ateşini yakmaya götürür.
Yaşamın her anında küçücük kelimelerde ifade bulan kocaman, bir o kadar da alçak gönüllü eylemler, insan için kendi dönüşümünün hamurunu karması demektir. Günlük yaşamın akışı içerisinde onunla beraber uyumla kulaç atmaya çalışmak, bu yolda elden geldiğince emek ve çaba göstermek, içinde yaşadığımız bu çağdaş zamanda mutluluğun bir tür yakalanış ve ifade ediliş biçimidir.
Yazar : Mustafa Karagöz
Aktiffelsefe Üyesi